29 Temmuz 2008 Salı

AKIŞ


sırt çevirmiş cehennem ölüme
bir dil kelimelerine uzak
ağzımdan kan boşalır gibi düştüm
ellerinle uzattığın kibrime
düştüm...
bakmadın.

sustukça içimde bir nehir
uçamayan kuşların melodilerini söylüyor
kanatlarında şehirler var kuşların
ağırdır insanları taşımak
ağlıyorlar...
nehir akıyor...

gözümün önünde iklimler geçiyor
kalmamış kum tanelerinden dünyaya hayat
buğdaylar ölümleri için biçiliyor
yeni hayatlar yamyam doğuyor

düşününce hayat
ellerimden kaçan ilk uçurtmam gibi
oda beni terketti
tutamadım..
tutturamadım kendimi...

SENİ İSTİYORUM


ellerimde beton binalar çıksın
şehirleri kucaklamak istiyorum
düşler ormanından , derin dalgalar olup
bir adım ötede cehennemi görmek

ellerinde savrulan kış güneşi kadar yaramaz
dilinde dönen kötü cümleler kadar savurgan
ölü bedenimde bir kurt kadar içimde olmanı istiyorum

kalmadığı anda düşüncelerim
en derinden çıkan sarmaşık tohumu gibi
sarmanı , kaplamanı
içimden yeşermeni istiyorum

ben seni istiyorum
gözlerinde yeniden doğup
dudaklarında bitmek
akşam vakitlerinde evlerine geç kalan
çocuk ruhlu uykun olmak istiyorum

23 Temmuz 2008 Çarşamba

RÜYASIZ İKLİMLER


acı tohumları ekip biçmek için
yaşadıkça çoğalan çöl rüzgarları
ellerinde küçük bir matara
insanlar....
beklerler kuraklıktaki tanrıyı

kelleler kesilir
kan damlar toprağa
adaklar adanır küçük tanrılara
güncel hayat , mayın tarlası
elinle bassan ayağın gene çukurda

süründürdükçe düşünceler eteklerinde dağların
bir sonraki tepe için
umut dolu bakışlara mahkum
hep bir sonraki , bir sonraki için
eli mahkum
yürekler acı yerken
diller mahkum suskunluğa

rüyasız iklimlerdeyiz
oyuncusuz tiyatrolarda sessizlik kadar
içimizdeki lav eritiyor ruhumuzu
bir adım kadar kolay sonuçlar üretirken hayata
ellerimizle bastırdıklarımız
ya birilerinin kafası yada kendimiz

kalmadığı yerde durmak isteriz
son kalanı koklamak
açlık...
içten gelen bir zehir.

suskunluk dışa vurum ifademiz
ne kadar derindeyiz?
aşağıdan mı bakarsak ölüm yoksa yukarısı mı cennet
sadece rüyasız iklimlerdeyiz...

gökhan gökçe